Error: Your upload path is not valid or does not exist: /home/gencyese/public_html/wp-content/uploads Yaşam-Kültür arşivleri - Genç Yesevi https://gencyesevi.com/kategori/yasam-kultur/ İman+İslam+Aksiyon Wed, 16 Oct 2019 06:58:51 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.1.4 https://i0.wp.com/gencyesevi.com/wp-content/uploads/2019/01/cropped-Genc-Yesevi-LOGO_-1.png?fit=32%2C32&ssl=1 Yaşam-Kültür arşivleri - Genç Yesevi https://gencyesevi.com/kategori/yasam-kultur/ 32 32 149395731 OSMANLI SON DÖNEM ULEMASI ŞEYHÜ’L İSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ https://gencyesevi.com/osmanli-son-donem-ulemasi-seyhul-islam-mustafa-sabri-efendi/ https://gencyesevi.com/osmanli-son-donem-ulemasi-seyhul-islam-mustafa-sabri-efendi/#respond Wed, 16 Oct 2019 06:58:51 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2733 GençYesevi

OSMANLI SON DÖNEM ULEMASI ŞEYHÜ’L İSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ Mustafa Sabri Efendi zaman olarak ahire, tefekküre ve ilim olarak ise kadim zamanlara mensuptu. Zalimlere meydan okuyan yönüyle asrının İz b. Abdisselam’ıydı. Hayatın her şubesinde mücadele etti, hakikat namına beyanda bulundu. Yirmi iki yaşında Fatih Medresesi dersiamları arasına katıldı. Mehmed Zihni Efendi gibi allamelerin takdirine muhatap …

The post OSMANLI SON DÖNEM ULEMASI ŞEYHÜ’L İSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

OSMANLI SON DÖNEM ULEMASI ŞEYHÜ’L İSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ

Mustafa Sabri Efendi zaman olarak ahire, tefekküre ve ilim olarak ise kadim zamanlara mensuptu. Zalimlere meydan okuyan yönüyle asrının İz b. Abdisselam’ıydı. Hayatın her şubesinde mücadele etti, hakikat namına beyanda bulundu. Yirmi iki yaşında Fatih Medresesi dersiamları arasına katıldı. Mehmed Zihni Efendi gibi allamelerin takdirine muhatap oldu. İslam’a kayıtsız şartsız bağlılığı ittihatçıların dikkatini üzerine çekti. İstanbul’da ittihatçılara, Mısır’da Abduh başta olmak üzere Meraği, Ferid Vecdi gibi yenilikçilere karşı aşılmaz bir dağ gibi durdu, reddiyeler kaleme aldı. Fikrinin takipçisi oldu.

ZİNDANDA YAZILAN REDDİYE

Sahte kahramanlar bir gölge gibi peşinden gitti. Çarşamba’da Molla Murat Kütüphanesi yanındaki evine ittihatçılar bir gece baskın yapınca yandaki eve geçerek kurtulabildi. (1913) Gemiyle Mısır’a intikal etti. Orada bir müddet kaldıktan sonra sırasıyla Bosna’ya ardından Paris’e gitti. Bir müddet Romanya’da kaldı. Romanya’da sahipsiz kalan Müslümanları imkan nispetinde bir araya getirdi. İlme meraklı evlatlarına usul ve belağat okuttu. Tutuklandı, Tatar asıllı başmüftü Salih Efendi’nin ricası üzerine hapiste Musa Carullah’a reddiye yazdı. İnce kağıtlar üzerine telif ettiği eserini ibrik içerisinde sakladı, zayi olmaması için ibriği sürekli yanında taşıdı. Daha sonra İstanbul’a götürüldü. İdamla yargılandı. Bilecik’e sürgün edildi.

 

mustafa sabri efendi

VAHDEDDİN’E RİCA

İstiklal mücadelesinin bidayetinde, mücadelenin lider kadrosunu tayin noktasında Sultan Vahdeddin’e saatlerce ricada bulundu. Tembihatı dikkate alınmadı. Maalesef ki her şey yazdığı gibi oldu. ” Saltanat giderse yerine yenisi ikame edilir; fakat İslam sarsılırsa yerine yenisi gelemez.” dedi, fakat kimselere anlatamadı.

AÇLIK VE SATILAN KİTAPLAR

Oğlu İbrahim’le birlikte 150’likler listesine alındı, 1922’de tutuklanacağı sırada Sultan Vahdeddin’le İstanbul’dan ikinci defa ayrılmak zorunda kaldı. Bir gemiyle İskenderiye’ye gitti. Ankara’nın emriyle hareket eden konsolosun maharetiyle rıhtıma toplanan ayak takımı tarafından çürük yumurta domates yağmuruna tutuldu. Kahire sokaklarında sözlü sataşmalara muhatap oldu, müstağrip gazeteciler tarafından alaya alındı. Önce dersiamlık maaşı kesildi (1924), ardından da vatandaşlık çıkarıldı. Bu süre zarfında açlık çekti. Kitaplarını satmak zorunda kaldı. Fakat hakikati beyan vazifesinden hiç ödün vermedi.

mustafa sabri efendi

 

YARIN GAZETESİ

Mısır’dan sınırdışı edileceği sırada Mekke’ye gitti. Şerif Hüseyin’in kendisi üzerinden ümmeti vesayet altına alma planını fark edince her nevi yardım teklifini reddederek Mekke’den ayrıldı. Tekrar Romanya’ya döndü. Oradan beş yıl kalacağı Gümülcine’ye geçti. Yarın gazetesini çıkardı. Türkiye’deki hadiseleri tahlil ve tenkit ettiği gazeteden Türkiye’deki bazı grupları rahatsız etti.  Yunan Hükümet Başkanı Venizelos Türkiye’ye davet edildi. İstiklal mücadelesinin üzerinden henüz birkaç yıl geçmişti ki Sabri Efendi korkusu, ilgilileri eski düşmanla dost olmaya mecbur etti. Merkezinde Sabri Efendi’nin olduğu bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre gazetenin yayını durdurulacak, Mustafa Sabri de Yunanistan’dan çıkarılacaktı. Anlaşma maddeleri vakit geçirilmeden yürürlüğe kondu. Gazetenin yayını durduruldu. Gümülcine valisi, şehri terk etmesi için Mustafa Sabri Efendi’ye tebligatta bulundu. Patras’a gönderildi. Geldiğini öğrenen Hristiyan din adamları yollara dökülüp onu istikbal etti.

HRİSTİYAN MEZARLIĞINA DEFNEDİLME ENDİŞESİ

Aylarca Patras’ta kaldı. Elem duydu, acı çekti. Orada vefat edip Hristiyan makberine defnedilmekten endişelendi. Bunun için Osmanlı Parlamentosundan tanıdığı Müslüman dostlarına, hatta İslam coğrafyasındaki devletlerin başkanlarına kendisine vize vermeleri için defalarca mektup yazdı, ricada bulundu. Ne var ki Ankara’nın baskısıyla bütün kapılar yüzüne kapatıldı. 1932’de Mısır Konsolosundan vize aldı ve bir daha dönmemek üzere bu ülkeye gitti.

Hasan el-Benna

Mustafa Sabri Efendi küfrün İslam’a karşı yürüttüğü çok cepheli,ilim,fikir ve siyaset muharebesinin en ön safında yer aldı. Kalemi Allah yolunda çekilmiş bir kılıç gibiydi. ”Mevkif’ul Akl” adlı muhalled eseri, küfür selleri önünde bina edilen muazzam bir bentti. Hem müdafaa etti, hem beyanda bulundu. Mustağrib ve mustamir bloğa ağır darbeler indirdi. Muhammed Heykel, ” Hayat-u Muhammed”i yazıp mucizeleri inkar edince, Mısır uleması kendisine gelip, ” Eserde felsefi bahisler var, biz reddiye yazarsak tam çürütemeyebiliriz, bunun sizden bekliyoruz.” deyince ”el-Kavlu’l-Fasl”ı kaleme aldı. Fakat eseri basmaya parası yoktu. Hadiseden haberdar olan Hasan El-Benna ziyaretine gidip kitabı basmasını, iki yüz adedi de kendisinin alacağını söyledi.

mustafa sabri efendi

MUHAMMED ABDUH

Sahte kahramanlara ve onlara aldananlara içerlendi. Muhammed Abduh’un kıymet ölçüsünü tayin ederken şöyle dedi:” Şurada gözünün önünde duran Mekke’ye ömründe bir defa gidemedi fakat yılda iki defa Paris’e gitti.

GANDİ VE ŞEYHÜ’L-İSLAM

Suffe Ashabı gibi izzetli yaşadı. Yoksulluğunu izmar, izzetini izhar etti. Dünya basınının Gandi’nin İngilizlerin Hindistan politikasını protesto için başlattığı açlık grevine odaklandığı günlerde kendi haliyle Gandi’yi kıyas etti; O varlıkta, kendisi ise yoklukta oruç tutuyordu. Ayrıca Gandi’nin orucu bütün insanların dilindeydi fakat onun Allah yolunda tutuğu orucu ise sadece kendisi biliyordu. Gandi için ağlayan fakat evinde ekmek bulamayan Şeyhü’l-İslam’dan habersiz yaşayan ümmet adına hüzünlendi. Sözsüz ve sessiz bir muzdarip olarak ruhunu gurbette Rabbine teslim etti.(1954)

müderris sabri efendi

 

MODERNİST ZİHNİYETE DUR!

Modernistlerin ümmeti içinden çıkılmaz bir anafora sürüklediğini yüksek sesle duyurdu:”…Ben Müslümanların maddeten ve ahlaken inhitatını ve belki kısmen iflasını inkar edenlerden ve buna çare olacak uyanış ve tecceddüt yollarının önüne set çekmek isteyenlerden değilim. Ancak buna çare olacak diye açıktan veya gizliden İslam dininin tahrip veya tahrif edilmesine lüzum görülürse o zaman ben, Müslümanların bu sefalette kalmalarını haklarında daha hayırlı görürüm.”

”Müslümanların mes’ud bir dünya yüzüne çıkmasını vicdani samimiyetle arzu ettiğim halde dinimizin üzerine basarak erişebileceğimiz yüksek dünyanıza lanet ederim. Biz o yüksek dünya’ya çıktığımız zaman İslamiyet de ona sımsıkı sarılan elimizle başımızın üstünde hürmetle bulunmalıdır. Hem bu şekilde hareket edersek yükseleceğimiz yere çıkarken bizliğimizi de beraber götürmüş olacağımızdan muvaffakiyet daha ziyade kesindir. Aksini yaparsak daha yükselme hareketinde melezleşmiş olan bizler, çıkacağımız noktaya ulaşmadan kuvvetimizi kaybetmiş olacağımız gibi, olmaz ya arzumuzun en üst mertebesine yükselmek mümkün olsa bile, o yükselenler artık biz değil bizden tenasüh etmiş başkalarıdır. Bize yabancı olan o insanların dünyalık saadetlerine çalışmak borcumuz olmadığı gibi ahiretteki mesuliyetlerine iştirak etmek de hiç işimize gelmez.”

NOT: İhsan Şenocak Hocaefendinin Kudema Meclisi kitabından hazırlanmıştır.

REİSÜ’L-KURRA MEHMET RÜŞTÜ AŞIKKUTLU’NUN 7 MADDE DE HAYATI

The post OSMANLI SON DÖNEM ULEMASI ŞEYHÜ’L İSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/osmanli-son-donem-ulemasi-seyhul-islam-mustafa-sabri-efendi/feed/ 0 2733
REİSÜ’L-KURRA MEHMET RÜŞTÜ AŞIKKUTLU’NUN 7 MADDE DE HAYATI https://gencyesevi.com/reisul-kurra-mehmet-rustu-asikkutlunun-7-madde-de-hayati/ https://gencyesevi.com/reisul-kurra-mehmet-rustu-asikkutlunun-7-madde-de-hayati/#respond Fri, 04 Oct 2019 07:04:40 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2711 GençYesevi

REİSÜ’L-KURRA MEHMET RÜŞTÜ AŞIKKUTLU’NUN 7 MADDE DE HAYATI HAL TERCEMESİ: Üstad, 1901 yılında Of’un Uğurlu Beldesinde dünyaya geldi. İlk tahsilini, 40 yıl dönemin Maarif Vekaleti ( milli eğitim bakanlığı ) bünyesinde öğretmen olarak hizmet veren babası Ahmet Cemaleddin Efendi’den yaptı. Hafızlığını köyünde yaptıktan sonra Arapça ve İslami ilimler tahsilinin önemli bir bölümünü yine köyünde, yörenin …

The post REİSÜ’L-KURRA MEHMET RÜŞTÜ AŞIKKUTLU’NUN 7 MADDE DE HAYATI appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

REİSÜ’L-KURRA MEHMET RÜŞTÜ AŞIKKUTLU’NUN 7 MADDE DE HAYATI

HAL TERCEMESİ:

Üstad, 1901 yılında Of’un Uğurlu Beldesinde dünyaya geldi. İlk tahsilini, 40 yıl dönemin Maarif Vekaleti ( milli eğitim bakanlığı ) bünyesinde öğretmen olarak hizmet veren babası Ahmet Cemaleddin Efendi’den yaptı. Hafızlığını köyünde yaptıktan sonra Arapça ve İslami ilimler tahsilinin önemli bir bölümünü yine köyünde, yörenin meşhur alimlerinden Çalıkzade Tahir Efendi (v.1924) Kasımzade Hasan Efendi ve Darulfünün dersiamlarından ” Çalekli Hacı Dursun Efendi” diye bilinen Dursun Feyzi Güven’den (v.1977) yaptı. Varisler arasında mal taksimini ve veraset intikalini konu edinen Feraiz İlmi’ni Uğurlu’da otuz yıllık müderrislik yapan Paçanlı Bakkalzade İsmail Efendi’den öğrenip icazet aldı. Dursun Efendi’den özel olarak Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid, Kelam ve Meani gibi dersleri okuyarak ikmal etti.

Merhum Üstad 1930 yılında İstanbul’a giderek Sirozlu Hacı Hafız Ahmed Şükrü (v.1932) ve bu zatın ”kesik bacaklı” lakabıyla tanınan yeğeni Hafız İsmail Hakkı Bayri (v.1972) ile Varnalı Hocazade Hafız Ahmed Hamdi Hoca Efendilerden Aşere-Takrib ve Tayyibe ilimlerini okuyup icazet aldı. 1932 yılında Of’a köyünü döndü ve Of müftülüğünün şifahi izni ile Kur’an tedrisatına başladı. Bu izin, 1936 yılında dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi imzasını taşıyan bir belgeyle resmiyet kazandı.

1941 yılında Ahmet Hamdi Akseki imzasını taşıyan bir yazıyla atandığı Of vaizliği görevine 1976 yılında bu görevden emekliye ayrılmasına kadar devam etti.  Merhum Aşıkkutlu, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 1968 yılında Türkiye’de ilk defa açılan Aşere-Takrib ve Tayyibe İhtisas Kursu’nu kendi gayretleri ve köylüsünün katkılarıyla Uğurlu’da başarıyla gerçekleştirdi. 1974-1975 yıllarında Ankara’da 1976-1979 yılları arasında İstanbul Haseki Eğitim Merkezi’nde Aşere-Takrib ve Tayyibe okuttu.

mehmet rüştü aşıkkutlu

TALEBELERİYLE MÜNASEBETİ VE ONLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Üstad, okumaya gelen talebelere, barınmaları için öncelikle kendi evini açardı. Öğrenci sayısı fazla olduğundan ev yeterli olmaz, gelenlerin önemli bir kısmını köydeki boş ev ve odalarda veya durumunu müsait olan ailelerin yanlarında kalırdı. Üstad imkanı nispetinde buralardaki talebelerin iaşe ve barınmasına bizzat yardımcı olurdu. Evinde ekmek ve yemek pişirir, talebeye ikram ederdi.

Kıtlık zamanında bir gün bir talebe medreseye bir kilometre kadar uzaklıkta bulunan Hoca Efendi’nin evine ekmek almak için gider. Ekmeği alıp evden çıkarken mahalle sakinlerinden birisi kapıdan içeri girer ve Hoca Efendi’ye ”Hoca Efendi! Kendi köyünün çocukları aç dururken bu ekmeği öğrencilere nasıl verirsin?” der. Bunun üzerine Hoca Efendi, hanımı Ayşe Anne’ye çuvalda kalan unu gelen kişiye vermesini söyler. Fakat kıtlık sebebiyle bu emri yerine getirmede isteksiz davranır. Hoca Efendi ikinci defa çuvaldaki unu vermesini söyler. Bunun üzerine Ayşe Anne Hoca Efendi’nin talebini yerine getirir.

Köylü aldığı unla evden ayrılmamıştı ki, kapından içeriye elinde zarf olan birisi girer. Hoca Efendi zarfı açar bakar ki, köye bir saat kadar mesafedeki Taşhanpazarı nahiyesinden bir esnaf, şu notu göndermişti: ” Hoca Efendi, Bafra’dan zat-ı alinize bir çuval un geldi. Güvenilir birisini gönderin de çuvalı gelsin alsın.” Hoca Efendi bu kez hanımına döner ve ” Eğer o unu verirken zorlanmasaydın, belki de iki çuval un gelecekti.”der.

Talebeler içinde zaman zaman çok tembellik yapıp dersini ihmal eden veya ciddi yaramazlık yapanları ikaz ederdi. Uyarılan öğrenciler aynı şeyleri tekrar yapınca yine ikazda bulunur, bütün bunlara rağmen talebe tembellik ve yaramazlıkta ısrar ederse, asla onu dövmez, fakat ona: ” Sen memleketine dön; sana bu kadar okumak yeter. Ailenin işlerine yardım edersin veya baban seni başka mesleğe versin. Senin yerine de başka bir öğrenci alalım.”derdi.

mehmet rüştü aşıkkutlu

KUR’AN-I KERİM’İN OKUNMASI VE ANLAŞILMASINA VERDİĞİ ÖNEM

Kamil Hoca Efendi, Üstad’ın Kur’an’la olan münasebetine dair şu hatırasını anlatır:” Hocamız gündüz talim üzere okuttuğu ayetleri bazen rüyasında derste olduğu gibi okurdu. Mesela bir gece rüyasında ‘ Hicr Suresi’nden on beş ayet tilavet etmişti. Sabah olunca kendisine ‘Hocam! Gece falanca sureyi okuyordunuz’ dediğimde, mütevazi bir şekilde ‘ İnsan gündüz ne ile meşgul olursa, gece rüyasında da onunla uğraşır’ demişti.”

Üstad, Kur’an-ı Kerim’in doğru okunmasına olduğu gibi, anlaşılmasına da ziyadesiyle önem verirdi. Aşere-Takrib ve Tayyibe tedrisinin yanı sıra, diğer İslami dersleri de okuturdu. Kur’an-ı okuyup anlama konusunda derin bir vukufiyete sahipti. İmam-Hatiplik görevini yürüttüğü Uğurlu Merkez Camii’nde adeti olduğu üzere Cuma günleri Cuma namazından önce hafızlara aşr-ı şerifler okutur, en son okuyan talebenin tilavet ettiği ayetleri hiçbir esere bakmadan tefsir eder, onlardan hareketle cemaate va’z-u nasihatte bulunurdu.

SABIR VE TAHAMMÜLÜ

Üstad, kitap bitirme esasına dayalı olan medrese usulüne göre ders verir, malum kitapları sırasına göre okuturdu. Bir gün, bu eserler arasında önemli bir yere sahip olan Birgivi’nin İzhar isimli nahiv kitabından ”Zeydun kaimun/ Zeyd ayaktadır” örnek cümlesi çerçevesinde mübteda (özne) ve haber bahsini anlatırken, zaman zaman yanında oturan ve bu örneği ezberleyen bir köylü,” Yahu hocam, bu Zeyd hep ayakta mı durur, hiç oturmaz mı?” deyince, merhum Üstad,” Evet efendi; bizim Zeyd bu meselede hep ayakta durarak vazife görür.”der.

Yine merhum Hoca Efendi, Haseki’de Kıraat dersi okuttuğu yıllarda bir gün İsmailağa camii’ne, talebesi Muhterem Mahmud Efendi’yi ziyarete gider. Şadırvanda rastladığı bir derviş, Hoca Efendi’ye, sakalın fazileti ve nasıl olması gerektiğinden bahseder, sakalının kısa olması hasebiyle de onu azarlar. Hoca Efendi bu cahil dervişe kızmak şöyle dursun onu tasdik eder mahiyette,” Efendi doğru söylüyorsun, sakal dediğin gibi olmalıdır.” der. Sonra bu derviş camiye girer ve Muhterem Mahmud Efendi’nin ders halkasına oturur.

Bir müddet sonra merhum Üstadın geldiği Mahmud Efendi’ye haber verilir, hemen ayağa kalkar, büyük bir hürmetle hocasını karşılar, elini öper ve oturduğu yeri ona takdim eder. Bu durumu hayretle şahit olan derviş, Mahmud Efendi’nin karşıladığı, elini öpüp yer verdiği kişinin şadırvanda azarladığı şahıs olduğunu anlayınca utancından ne yapacağını bilemez. Namazdan sonra Hoca Efendinin yanına yaklaşır, elini öper ve kendisini affetmesini istirham eder. Merhum Üstad bir baba şefkatiyle, ” Efendi, söyledikleriniz doğru idi; sakalım uzun olsa daha iyi olurdu.” diye mukabelede bulunur.

mehmet rüştü aşıkkutlu

HAKKINDA TALEBELERİNİN ŞEHADETİ

Onun İslam ve Kur’an uğruna yaptığı hizmetlerin önemine dikkat çeken muhterem Mahmud Efendi, hakkında şunları söylemektedir:” Biz ona öğrenci olmakla şereflendiğimiz de  hafızdık ama Kur’an-ı Kerim nasıl okunur,doğru dürüst bilmiyorduk. O yetişinceye kadar birçok hafız ” ve in yesteğisu yuğasu’yü ”ve in yesteğişu” diye, yani ”peltek se” harfini”şin” olarak okurdu. Hafızlar Kur’an-ı Kerim’i bihakkın doğru okumayı ondan öğrendi. Onun üzerimizde büyük emeği vardır.”

VEFATI

Üstad, 1980 yılının 28 Ağustos Perşembe günü Hakk’a yürüdüğünde, geride Ehl-i Kur’an ve ilim sahibi binlerce talebe bırakmıştı. 31 Ağustos Pazar günü Of/Uğurlu’daki cenaze merasimine eski başbakanlardan muhterem Necmeddin Erbakan gibi dönemin önemli bazı siyasetçileri de dahil olmak üzere Türkiye’nin her yanından akın eden on binlerce kişi iştirak etti. Cenaze namazını talebesi muhterem Mahmud Efendi kıldırdı. Cenazesi yarım asır civarında görev yaptığı Uğurlu Merkez/Büyük Camii avlusuna defnedildi. Allah Teala kabrini Kur’an’ın nuruyla pürnur, mekanını Cennet, makamını ali eylesin!Amin.

İhsan Şenocak Hocanın Kitabından 15 Madde de İki Devrin Ulu Hocası Ali Haydar Efendi

The post REİSÜ’L-KURRA MEHMET RÜŞTÜ AŞIKKUTLU’NUN 7 MADDE DE HAYATI appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/reisul-kurra-mehmet-rustu-asikkutlunun-7-madde-de-hayati/feed/ 0 2711
OSMANLI DEVLETİN DE MAKTUL ŞEYHÜLİSLAMLAR https://gencyesevi.com/osmanli-devletin-de-maktul-seyhulislamlar/ https://gencyesevi.com/osmanli-devletin-de-maktul-seyhulislamlar/#respond Thu, 05 Sep 2019 12:00:53 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2564 GençYesevi

OSMANLI DEVLETİN MAKTUL ŞEYHÜLİSLAMLAR Osmanlı tarihinde Kadılardan yolsuz hareket ederek haklarında şikayet olunanlardan bazıları katledildiği halde XVII. asır ortalarına kadar şeyhülislamlardan herhangi bir suç isnadıyla katlolunanlar görülmemişti; fakat bu asırda Ahi-zade Hüseyin ve Hoca-zade Mesud ve XVIII. asır başlarında Erzurum’lu Seyyid Feyzullah isimlerinde üç şeyhülislam maktulen vefat etmişlerdir. Bundan başka bir de I. Abdülhamid’i hal …

The post OSMANLI DEVLETİN DE MAKTUL ŞEYHÜLİSLAMLAR appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

OSMANLI DEVLETİN MAKTUL ŞEYHÜLİSLAMLAR

Osmanlı tarihinde Kadılardan yolsuz hareket ederek haklarında şikayet olunanlardan bazıları katledildiği halde XVII. asır ortalarına kadar şeyhülislamlardan herhangi bir suç isnadıyla katlolunanlar görülmemişti; fakat bu asırda Ahi-zade Hüseyin ve Hoca-zade Mesud ve XVIII. asır başlarında Erzurum’lu Seyyid Feyzullah isimlerinde üç şeyhülislam maktulen vefat etmişlerdir. Bundan başka bir de I. Abdülhamid’i hal ile şehzade Selim’i hükümdar yapmak isteyen Vezir-i azam Halil Hamid Paşa ile işbirliği yaptığı töhmetiyle şeyhulislam Dürri-zade Seyyid Mehmed Ataullah Efendi de 1199 H. (1785 M. ) tarihinde azlini mütaakıp Gelibolu’ya gönderilip orada zehirlenmek suretiyle vefat etmiştir. 

Ahi-zade Hüseyin Efendi:

IV. Murat zamanında ilk katledilen Şeyhulislam Ahi-zade Hüseyin Efendi’dir. Bu zat Yeniçeri Ocağının Sultan Murad’a karşı ayaklanarak Ayak Divanı olduğu esnada padişahın, kardeşleri olan şehzadeleri(süleyman,kasım,bayezid,ibrahim) öldürmeyeceğine dair verdiği teminata inanmayan Ocaklıya karşı Vezir-i azam Topal Recep Paşa ile beraber kefil olmuşlardı. IV. Murat bu kefalet işine mum yapıştırmış, fakat o sırada ses çıkarmayarak zamanını beklemişti. Daha sonra bizzat idareyi ele alan Padişah, 1043 H. (1633 M) ‘de İstanbul’dan çıkarak İznik yoluyla Bursa’ya giderken halkın şikayeti üzerine hiçbir soruşturma yaptırmadan İznik kadısını astırmış, bu hal şeyhülislam ile İstanbul’daki ulemayı müteessir etmişti.

Bu hadise üzerine Ahi-zade Hüseyin Efendi, Sultan Murat’ın validesi Kösem Sultan’a bir ariza göndererek bazı dokunaklı sözler yazmış. Şeyhülislamın bu sözleri, aleyhtarları tarafından Ahi-zade’nin Padişahı hal etmek istediği şeklinde tefsir edildiğinden telaşa düşen Valide Sultan oğluna mektup yazarak onu acele İstanbul’a davet etmiştir. Seyahati yarıda bırakan hemen İstanbul’a dönen IV.Murat, derhal şeyhülislamı tevkif ettitip bir kayıkla sürgüne yollamış ve Çekmeceler önüne varmış olan kayığı çevirterek:” Merhum ceri ve gayyur olmakla beray-ı maslahat şer ve şuriş-i eşkiyayı def için padişah kanı dökmeye sevketti. Hedm-i bünyan-ı huda çendan rızayı mukarin olmamayla inkisar-ı mazlumanın garametin gördü denilmektedir.

osmanlı devletin de maktul şeyhülislamlar

SEYYİD FEYZULLAH EFENDİ:

Erzurumludur; bir defa II. Süleyman zamanında 1099 H. ( 1688 M.)’de yirmi  gün kadar şeyhülislam olup azlini mütaakıp memleketi olan Erzurum’a gönderilmiş ve 1066 H. (1695 M.)’de II. Mustafa hükümdar olunca şehzadeliğinde onun hocası olmasından dolayı İstanbul’a getirtilerek pek az sonra ikinci defa şeyhülislam tayin edilmiştir.

Dokuz sene bu makamda bulunan Feyzullah Efendi ilmiye işlerini kendi arzu ettiği şekilde yapıp oğullarını, akraba ve mensuplarını birer suretle en yüksek derecelere çıkararak istihkak erbabına terakki ve terfi yollarını kapatmış. Bundan başka vezir-i azamları da nüfuzu altına almak suretiyle devlet işlerine el atmış ve Padişahın emriyle kendisine sorulmadan hiçbir iş yürümez olmuştu. İşte bu haller kendisinin hudutsuz ihtirası ve kadri yüzünden her sınıf kendisine düşman olmuştu.

Nihayet 1115 H. ( 1703 M.)’de tahrik neticesinde vukua gelen Edirne Vak’ası üzerine evvela azledilip memleketine sürgün edilmişken sonra yoldan çevrilerek Edirne’ye getirtilmiş ve kendisiyle, şeyhülislam payesi verdirmiş olduğu büyük oğlu Fethullah Efendi’nin isimleri ulema ve sadat defterinden silindikten sonra zindana konulmasını ve orada istintak ve işkenceyi mütaakıp dışarı çıkarıldığı sırada halk tarafından linç edilmek suretiyle feci surette vefat etmiştir.

HOCA-ZADE MESUD EFENDİ:

I. Ahmed’in hocası Aydınlı Mustafa Efendi’nin oğlu olan Mesut Efendi, şöyle böyle okumuş padişah hocasının oğlu olmasından dolayı Hariç müderrisliğinden başlayarak çabuk yükselmiş, cerbezesi, tok sözlülüğü ile tanınmış, avam tarafından sevilmiş ve bu halleriyle sarayda epey taraftar peyda etmişti. IV. Mehmed’in çocukluğu zamanındaki karışıklık ve devlet adamları arasındaki aciz ve şaşkınlık esnasında serbest mütalaalarıyla Valide Sultanın teveccühünü kazanarak Anadolu Kazaskeri bulunduğu sırada Yeniçerililerin isteği üzerine şeyhülislam olmuştu. (1066 H.=1656 M. ) 

Mesud Efendi şeyhülislam olunca, bütün devlet idaresini nüfuzu altına alıp işine geleni vezir-i azam yaptırmak ve istemediğini azlettirmek isteyerek her işe müdahalesi yetişmiyormuş gibi kendisinin tavsiyesiyle vezir-i azam olan Boynu Eğri Mehmed Paşa’yı arzu ettiği gibi yumuşak bulmadığından azlini Valide Sultan bildirmiş fakat kendisinden daha düşünceli olan Valide Sultan, iki günde bir vezie-i azam değiştirmenin zararlı olacağını bildirerek Mesud Efendi’nin teklifini reddetmişti.

idam edilen şeyhülislamlar

HOCA-ZADE MESUD EFENDİ VEFATI

Almış olduğu cevaptan müteessir olan Hoca-zade sözünü yerine getirmek için kendisini şeyhülislam yaptırmış olan yeniçerileri tahrik eylediği hakkında doğru veya yanlış saraya haber verildiğinden müzakere bahanesiyle saraya davet olunarak gelir gelmez Diyarbakır kadılığı verilip Bostancıbaşı vasıtasıyla İstanbul’dan çıkarılarak Bursa’ya gönderilmiştir. (1066 Ramazan=1656 Temmuz)

Bursa’dan Diyarbakır’a gitmek üzere hazırlığa başlayan Mesud Efendi, yolların Abaza Hasan kuvvetleriyle kapalı olmasından dolayı maiyyetine bir miktar sekban yazmak istemesi ve bu hal Bursa Kadısı Ruhiddin Efendi tarafından sabık şeyhülislamın hükümete karşı koymak için asker yazdığı şeklinde İstanbul’a bildirilmesi üzerine gönderilen bir fermanla misafir bulunduğu evde meyve yerken bastırılıp öldürülmüştür.

Mesud Efendi’nin böyle bir harekette bulunmadığını bilen Köprülü Mehmed Paşa sadr-ı azam olduktan sonra Hocazade’nin katline sebep olan Ruhiddin Efendi’yi katlettirmiştir. O tarihte, Bursa’da ikamete memur olan esbak Şeyhülislam Kara Çelebi-zade Abdülaziz Efendi de Hocazade’nin öyle bir isyan hareketinde medhali olmadığını söylemiştir.

DEVLET-İ ALİYYE-İ OSMANİYE DE HUZUR DERSLERİ

The post OSMANLI DEVLETİN DE MAKTUL ŞEYHÜLİSLAMLAR appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/osmanli-devletin-de-maktul-seyhulislamlar/feed/ 0 2564
DEVLET-İ ALİYYE-İ OSMANİYE DE HUZUR DERSLERİ https://gencyesevi.com/devlet-i-aliyye-i-osmaniye-de-huzur-dersleri/ https://gencyesevi.com/devlet-i-aliyye-i-osmaniye-de-huzur-dersleri/#respond Wed, 04 Sep 2019 06:55:53 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2547 GençYesevi

DEVLET-İ ALİYYE-İ OSMANİYE DE HUZUR DERSLERİ Osmanlı padişahları tarafından zaman zaman saraya davet edilen veya saray davet edilen, saray hocalarından olan ulemadan bazıları padişah huzurunda Kuran-ı Kerim’den bir ayetin veya bir hadisin tefsiriyle bu hususta yapılan ilmi mütalaayı dinleyerek istifa ederdi. Bu, Kur’an ve hadis tefsiri dersinin günü muayyen olmayıp padişahın arzusuna bağlı idi. HUZUR …

The post DEVLET-İ ALİYYE-İ OSMANİYE DE HUZUR DERSLERİ appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

DEVLET-İ ALİYYE-İ OSMANİYE DE HUZUR DERSLERİ

Osmanlı padişahları tarafından zaman zaman saraya davet edilen veya saray davet edilen, saray hocalarından olan ulemadan bazıları padişah huzurunda Kuran-ı Kerim’den bir ayetin veya bir hadisin tefsiriyle bu hususta yapılan ilmi mütalaayı dinleyerek istifa ederdi. Bu, Kur’an ve hadis tefsiri dersinin günü muayyen olmayıp padişahın arzusuna bağlı idi.

HUZUR DERSLERİ NE ZAMAN BAŞLADI?

Huzur derslerinin hangi tarihte ihdas edildiğini sarih olarak bilmiyoruz. Ata Bey Enderun tarihinde bunu Osman Gazi’ye kadar çıkarmaktadır ki tabii hiçbir esasa dayanmamaktadır. Hiç şüphesiz Osmanlı hükümdarlarının ara sıra dini mev’izelerle, Buhari-i Şerif kıraatlerinde bulundukları tarihen ve sarayda sır katipleri tarafından tutulan ruznamelerde malum ise de xvııı. asır ortalarına kadar huzur dersleri ismiyle bir kaide ve kanun tahtında Ramazana mahsus ders takriri görülmemiştir. Bazen huzur-ı hümayunda okunan ders yukarıda kaydettiğimiz gibi Ramazan ayında başka aylarda da yapılmakta idi. Fakat bu dersler mukarrir ve muhataplarla münazaralı olmadığından dolayı sonra tespit edilen kanun üzere bunlara Huzur Dersi denilemez.

Mesela 12 Muharrem 1080 (12 haziran 1669)’de IV. Mehmet akşam namazdan yatsıya kadar şeyhülislam Minkari-zade Yahya Efendi’ye huzurunda ders takrir ettirip dinlemişti. Aynı hükümdar, hususi meclislerinde de müverrih Abdi Ağa’ya ( Meşhur Tevkii Abdurrahman Paşa ) tefsir okutup dinlerdi. Bundan dolayı herhangi bir alimin padişahın emriyle huzurundaki tefsir dersiyle Ramazan ayına mahsus kanunla okutulan huzur derslerini ayırmak icap etmektedir. 

osmanlı devletinde huzur dersleri

 

PADİŞAHLAR VE HUZUR DERSLERİ:

Sultan III. Mustafa 1172 H. (1759)’de bir kanunla huzur dersleri denilen ve Ramazan birinden onuncu gününe kadar devam eden bir ders ihdas etmiştir. Enderun tarihine göre Ramazanın onuncu günü olan ders sarayın kütüphane hocasının riyasetinde mukarrir olan zatlardan mürekkep bir meclis daha kurarak yine tefsirden ilmi mubaheseler yapılırmış.

III. Mustafa zamanında 1180 h. (1767 m.) huzur dersi için intihap edilen mevali ve müderrislerin adedi yüz yirmi altı olup bunlar on dokuz güne taksim ve her biri bir gün için tertip olunmuş ve her günkü meclise en kıdemli ve liyakatli olanlardan birisi reis olmuştu. Bunlardan reise mukarrir ve diğerlerine muhatap denilirdi; huzur hocalarının intihapları şeyhülislama aitti.

Huzur derslerinde Kur’an-ı Kerim’den zamana münasip bir ayet okunarak mukarrir tarafından onun tefsiri yapılır ve muhatapların suallerine ve itirazlarına mukarrir cevap verir, bu suretle ilmi bir mubahese cereyan ederdi; huzur derslerinin Kadı Beyzavi tefsirinden yapılması adet olmuştu.

III. Selim zamanında ve 1215 Ramazan (1801 Ocak ) tarihindeki bir huzur dersinde mukarrir ile muhataplar arasındaki münazarada kendilerini göstermek isteyen muhatapların mukarrire lüzumsuz hücumlarıyla ders, ilmi münazaradan çıkarak münakaşa ve terbiye harici sözler sarfına kadar çirkin bir hal almış ve bu halden müteessir olan padişah dersi, tatil ettirmiştir.

II. Mahmut zamanındaki 1246 h. ( 1831 M. ) huzur dersinde saray hocalarından sekiz mukarrir ve müderrislerden on üçer muhatap ile Ramazanın iptidasından sekizinci gününe kadar her gün padişah huzuruyla Kadı Beyzavi tefsirinden ders yapılmıştır.

ramazan dersleri

Mehmed Zeki Pakalın Tarih Deyimleri ve Terimleri adlı lugatinde III. Mustafa’dan sonra huzur derslerinin terk edilerek 1251 h. (1835 m.)’de ihya edildiğini yazmakta ise de yukarıda kaydettiğimiz gibi böyle bir durum olmayıp dersler devam etmiştir.

II. ABDÜLHAMİTHAN zamanında huzur dersleri Ramazanda ikindi namazından sonra haftada iki gün üzerinden ayda sekiz gün yapılırdı Sultan Mehmet Reşad zamanında eski adet üzere Ramazanın birinci gününden hafta sonuna kadar yine sekiz gün olmuştur. Her gün başka bir mukarrir ve muhatap derse iştirak ederlerdi. II. Abdülhamithan zamanında mukarrirlik ve muhataptık kayd-ı hayat şartıyla verilmiş ise de meşrutiyetin ilanın peşine 1326 Ramazan ( 1908 eylül )’da bu kaydı hayat usulü kaldırılmıştır.

II. Abdülhamithan zamanında huzur dersleri Yıldız’daki Çit Kasrında yapılır ve padişah yüksekçe bir mindere oturur, karşısında önlerinde rahleleriyle mukarrir ve muhataplar yerlerini alarak Padişah mukarririn takririni ve muhatapların sualleriyle başlıyan münazarayı dinlerdi. Huzur derslerine Mabeyn erkanının büyükleri ile davet üzerine bazı vükela ve devlet ricali de bulunurlardı. Mukarrir ve muhataplar her derste başka başka şahsiyetlerdi ve bunlara münasip atiyye ile cübbe ve bellerine şal verilirdi.

ramazan dersleri

Huzur dersleri Osmanlı devleti ve hilafetin ilgasına dair olan 26 Recep 1342 ( 3 Mart 1924 ) kanunun neşriyle tabii olarak sona ermiştir. Son huzur dersi Halife Abdülmecid Efendi zamanında ve 1341 Ramazanın da yapılmıştır.

MEDARİS-İ SEMANİYE YANİ SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ

The post DEVLET-İ ALİYYE-İ OSMANİYE DE HUZUR DERSLERİ appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/devlet-i-aliyye-i-osmaniye-de-huzur-dersleri/feed/ 0 2547
MEDARİS-İ SEMANİYE YANİ SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ https://gencyesevi.com/medaris-i-semaniye-yani-sahn-i-seman-medreseleri/ https://gencyesevi.com/medaris-i-semaniye-yani-sahn-i-seman-medreseleri/#respond Sat, 31 Aug 2019 09:56:02 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2538 GençYesevi

MEDARİS-İ SEMANİYE YANİ SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ Fatih’in kanunnamesinde Sahn-ı seman diye meşhur olan bu medreselere eski vakfiyesinde Medaris-i Semaniye denilmektedir. Şakayık’in kaydına göre II.Mehmed, İstanbul’u aldıktan sonra buradaki kiliselerden sekizini medreseye tahvil ederek bunlardan birinin müderrisliğini Bursa’da elli akçe ile Muradiye müderrisi olan Mevlana Alaüddin Tusi’ye diğer ikisinin müderrisliklerini Bursalı Hoca-zade ile Mevalana Abdülkerim’e verip diğerlerine …

The post MEDARİS-İ SEMANİYE YANİ SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

MEDARİS-İ SEMANİYE YANİ SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ

Fatih’in kanunnamesinde Sahn-ı seman diye meşhur olan bu medreselere eski vakfiyesinde Medaris-i Semaniye denilmektedir. Şakayık’in kaydına göre II.Mehmed, İstanbul’u aldıktan sonra buradaki kiliselerden sekizini medreseye tahvil ederek bunlardan birinin müderrisliğini Bursa’da elli akçe ile Muradiye müderrisi olan Mevlana Alaüddin Tusi’ye diğer ikisinin müderrisliklerini Bursalı Hoca-zade ile Mevalana Abdülkerim’e verip diğerlerine de münasiplerini tayin eylemişti. Mevlana Tusi’nin medresesi Zeyrek camii denilen Pantokrator manastırının bulunduğu mahal olup buradaki kırk hücre yani odanın her birinde bir yani kırk medrese talebesi (softa) vardı.

fatih cami proje çizimi

SAHN-I SAMAN MEDRESELERİN YAPIMI:

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’da Büyük Karaman’la Küçük Karaman semtleri arasında bir cami ile talebe yetiştirmeye mahsus medreseler yaptırmaya karar verdikten sonra bu işe güzel tahsil görmüş olan Vezir-i azam Mahmud Paşa’yı memur ederek derhal işe başlattı. Bu tesislere 867 Cemaziyelahır (1463 Şubat)’da başlanarak 875 Recep (1471 Ocak)’te yani sekiz senede bitti ve suretle iki minare ve bir şerefeli cami ile iki tarafında yüksek tahsil için sekiz medrese ve bu medreselerin arkalarına da ”Tetimme” ismiyle bu büyük medreselere mahrec olmak yani talebe yetiştirmek üzere sekiz medrese daha yaptırdı.

Misafirlerin hayvanları için ahırlar inşa ettirdi ve bunlardan başka bir imaret ile taamhane ( yemek yenilen yer ) doğudaki dört medresenin yanında Darüşşifa denilen hastahane camiin kuzeyinde kur’an okumak için bir muallimhane ve camiin batı tarafına medrese talebeleri için bir kütüphane ve yine aynı tarafta ders okutmaya mahsus darüttalim ve iki mükellef hamam ( karaman hamamı ) yaptırdı.

sahnı seman medreselerin kalan kısmı
Sahnı seman medreselerinin kalan kısmı

PATRİKHANE VE SONRASI:

Fatih camiinin bulunduğu mahalde, evvelce İmparator Jüstinyen’in zevcesi Teodara tarafından yaptırılmış olan havariyun ( Saints Apotres ) kilisesi harabesi vardı. Burası Rum Ortodoks patriğinin bulunduğu mahal yani patrikhane idi. Camiin doğu ve batı taraflarına yaptırılan sekiz medreseye medaris-i semaniye ve daha sonra maruf tabiriyle Sahn medreseleri denildi. Fatih’in vakfiyesindeki kayda ve Ali’nin yazdığına göre bu mevki İstanbul’un ortasına tesadüf ettiğinden dolayı medreselere Sahn adı verilmişti. Tarihi rivayetlere göre Sahn-ı seman medreselerinin programlarını Mahmud Paşa ile meşhur heyet alimi Ali Kuşçu tertip etmişlerdir. Medreselerin dördü caminin doğusunda, dördü batı tarafındadır.

Sekiz medreseden her birinin on dokuz odası vardı, sekiz müderristen her birinin birer odası ve elli akçe yevmiyesi vardı; bundan başka beşer akçe yevmiye ile bir oda ve ekmek, çorba verilmek üzere sekiz medreseden her birine birer muid (müzakereci=asistan) verildi.

Her medresenin on beş odasına ikişer akçe yevmiye ve imaretten ekmek ve çorba verilmek üzere birer danişmend konuldu, geri kalan iki oda da kapıcılarla ferraş denilen süpürgeciye tahsis olundu. Muidler medrese talebelerinin danişmedlerin hem inzibatiyle alakadar ve hem de müderrisin okuttuğu dersin iadesi yani müzakeresiyle meşgul olacaklardı. Muidler, danişmendlerin en liyakatli olanların arasından seçilecekti.

3.mustafa fatih cami

TETİMME MEDRESELERİ:

Sahn medreselerinin arka taraflarında yüksek tahsile yani Sahn-ı Seman medreselerine danişmend yetiştirmek üzere Tetimme veya Musıla-i Sahn ismiyle sahn medreselerinden küçük olarak sekiz medrese inşa edilmişti. Bu, Tetimme veya Musal-i sahn medreseleri derece itibariyle orta tahsil medreseleri demekti.  Fatih’in Türkçeye tercüme edilen vakfiyesinde şöyle denilmektedir:”Paytahtları darütta’lim olmak için havl-i cami-i şerifte sekiz medrese ( sahn medreseleri) ve bu medreseler verasında Tetimme ismiyle mevsum birer medrese beççe (küçük medrese) cem’an on altı medrese ve cami-i şerifin garbe mail olan kapısı tarafından bir darütta’lim bina buyurdular.

Tetimme medresesi talebelerine de softa deniliyordu. Tetimmelerden her bir hücre yani odaya üç talebe konulmuştu; bu odalardan her birisine ihtiyaçlarına sarf edilmek ve mum parası olmak üzere aydan aya beşer akçe tahsis edilerek yemekleri de imaretten tayin edilmişti. Bu Tetimme talebeleri yani softalar, Sahn medreseleri talebesi olan danişmendlerden ders göreceklerdi.

Sahn ve Tetimme medreselerinden başka camie tahvil edilen Ayasofya kilisesinin yanındaki mahalde tesis edilen medresenin müderrisine altmış akçe ve Eyüp camiinin yanında yapılan medresenin müderrisine elli akçe yevmiye ile birer müderris tayin olundu.

Ayasofya medresesi Sahn-ı Seman derecesinde ve daha sonraları ise Sahn-ı Seman’dan üstün tutulup buranın müderrisi beş yüz akçe yevmiyeli kadılıklara tayin edildiği gibi terfi eden Sahn müderrisleri Ayasofya müderrisi olurlardı. Eyüp müderrisliği ise bazen dahil yani Sahn’dan bir derece aşağı ve bazan tayin edilen müderrisin ilmi kudretine göre Sahn ve Sahn’dan yukarı sayılmıştı. Bununla beraber Eyüp medresesi Fatih zamanın da Sahn itibar olunmuştu.

tetimme medresesi
Tetimme medresesi bulunduğu sokak ve son hali

Not: Günümüzde Fatih camii külliyesinden sadece şekerci han, küçük bir at hanı, sahnı seman medreselerinin bir kısımı kaldı. Sahnı seman medreselerini yıkılarak Fevzi Paşa Caddesi yapıldı. Fatih Camii Şerif 1766 yılından 3.Mustafa döneminde İstanbul da olan bir deprem de tamamen yıkılır. 3. Mustafa Fatih Camini yeniden inşa ettirir.

OSMANLI DEVLETİNDE PADİŞAH HOCALARI

The post MEDARİS-İ SEMANİYE YANİ SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/medaris-i-semaniye-yani-sahn-i-seman-medreseleri/feed/ 0 2538
OSMANLI DEVLETİNDE PADİŞAH HOCALARI https://gencyesevi.com/osmanli-devletinde-padisah-hocalari/ https://gencyesevi.com/osmanli-devletinde-padisah-hocalari/#respond Fri, 30 Aug 2019 08:52:15 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2527 GençYesevi

OSMANLI DEVLETİNDE PADİŞAH HOCALARI Osmanlı padişahları şehzadelikleri zamanında ulemadan münasip bir zattan okutulur ve hükümdar oldukları zaman onu kendilerine hünkar hocası yaparlardı. Eğer kendisi padişah olmadan evvel hocası vefat etmiş ise ulema arasından kendisine bir hoca intihap ederdi. Osmanlı hükümdarları içinde ilk olarak Sultan Çelebi Mehmed’in Sofu Beyazid adında bir hocası olduğunu görmekteyiz. Fatih Sultan …

The post OSMANLI DEVLETİNDE PADİŞAH HOCALARI appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

OSMANLI DEVLETİNDE PADİŞAH HOCALARI

Osmanlı padişahları şehzadelikleri zamanında ulemadan münasip bir zattan okutulur ve hükümdar oldukları zaman onu kendilerine hünkar hocası yaparlardı. Eğer kendisi padişah olmadan evvel hocası vefat etmiş ise ulema arasından kendisine bir hoca intihap ederdi. Osmanlı hükümdarları içinde ilk olarak Sultan Çelebi Mehmed’in Sofu Beyazid adında bir hocası olduğunu görmekteyiz. Fatih Sultan Mehmed’in şehzadeliğinde Halebli Siracüddin Mehmed ve İbn Temcid, Mevlana Ayas en sonra da Şemsüddin Ahmed Molla Gürani, hocaları olup Molla Gürani hocası iken padişah olmuştur.

Fatih’in hükümdarlığı zamanında Tazarruat sahibi meşhur Sinan Paşa Bursalı Hoca-zade Muslihuddin Mustafa, Hatib-zade Muhyiddin Mehmed Ispartalı Abdülkadir, Samsunlu Hasan, Bursalı Veliyuddin-zade Ahmet Paşa ve Hayredin Efendiler zaman zaman değiştirilmek suretiyle Sultan Mehmed’in Padişah hocalığında bulunmuşlardır.

osmanlı devletinde padişah hocaları

II. Bayezid’in Amasya valiliği ve padişahlığı zamanında hocası Amasyalı Hatip Kasım ile Mevlana Salahuddin, Seyyid Abdullah ve Hattat Mirim Çelebi Mahmud ve Kaydıhayatla Muarrif-zade ve yazı hocası Amasyalı Şeyh Hamdullah isimlerinde hocaları vardı. Yavuz Sultan Selim’in şehzadeliğinde ve hükümdarlığında en sevdiği biricik hocası Kastamonu’lu Halimi Çelebi ve Kanuni’nin de şehzadeliğinden itibaren hocası Daday’lı Hayreddin Efendi idi.

II. Selim’in şehzadeliğinde ve padişahlığında hocası Birgi’li Ataullah Efendi ve III. Murad’ın ise evvela İbrahim Efendi ve sonrada Tacü’t-tevarih sahibi meşhur Sadeddin Efendi olup Sultan III. Mehmed’in şehzadeliğinde hocaları Cafer, Azmi ve Nevali Efendiler olup sonuncusu Sultan Mehmed’in cülusundan iki güven evvel vefat etmiş ve hükümdar olunca babasının hocası Sadeddin Efendi’yi kendisine hoca intihap eylemiştir.

osmanlı devletinde padişah hocaları

I. Ahmed’in hocası Aydın’lı Mustafa Efendi ve II. Osman’ın Amasya’lı Ömer Efendi, Sultan İbrahim’in Cinci Hoca Hüseyin Efendi, IV. Mehmed’in Vani Mehmed Efendi, II. Süleyman’ın Arap-zade Abdülvehhab Efendi, II. Mustafa’nın şehzadeliğinde evvela Seyyid Mehmed Efendi ve sonra Vani Efendi, damadı Erzurum’lu Seyyid Feyzullah Efendi resmen hocalığında bulunmuşlardır.

III. Ahmed’den itibaren muallim-i Sultani unvaniyle padişah hocası tayin edildiği görülmüyor. Yalnız Osmanlı Padişahlarından bazılarının kendi zamanlarındaki meşhur hattatlardan güzel sanatlardan olan yazı dersi alıp bu nefis sanatta yetiştikleri görülmektedir.

osmanlı devletinde padişah hocaları

PADİŞAH HOCALARININ KANUNNAMEDEKİ YERİ:

Fatih Sultan Mehmed zamanında tedvin edilmiş olan kanunnamede padişah hocaları hakkında, ”Şeyhulislam ulemanın reisidir ve muallim-i sultani dahi kezalik serdar-ı ulemadır; vezir-i azam onları, riayeten üstüne almak münasibtir; amma müftü (şeyhülislam) ve hoca sair vüzeradan bir nice tabaka yukarıdır ve tasaddur dahi ederler” kaydiyle padişah hocasının şeyhulislamla aynı derecede ve vezir-i azamdan maada vezirlerin üstünde olduğu gösterilmiştir.

Yine bu kanunnamede padişah hocası oğullarının şehir emininden günde altışar akçe ulufeye mutasarrıf olmaları da kaydedilmekte ve bayram tebriklerinde padişahın, hocasına ayağa kalkacağı beyan olunmaktadır. Padişah hocaları şeyhulislamlığa tayin edilirlerse en yüksek iki makamı ihraz ettikleri için kendilerine Camiür-riyaseteyn unvanı verilir. III. Mehmed’in hocası Sadedin ve II. Mustafa’nın hocası Erzurum’lu Seyyid Feyzullah ve Sultan Abdülaziz’in hocası Hasan Fehmi Efendiler bu unvanı almışlardır.

osmanlı devletinde padişahın tahta çıkışı

Padişah hocalarından bazıları hakkında hükümdarın fevkalade teveccühüne mebni nadiren şeyhulislam üst tarafında oturtulduğunu Âli yazıyor. Fakat Âli bunu Fatih zamanındaki kanundan bahsederken zikretmekte olup bu hususta bir misal göstermemektedir; lakin Hezarfen Hüseyin Efendi ( Telhis ü’l-beyan fi Kavanin-i Al-i Osman) isimli kanunnamesinde padişah hocalarından fazl ve kemal sahibi olanların nadir olarak vezir-i azam ve şeyhulislam üstünde yer aldıkları kayıtlıdır. Fakat mutlak surette padişah hocalarının herhangi bir cemiyette Rumeli kazaskerine takaddüm ettiği görülüyor.

Mesela Sultan Süleyman zamanındaki bir sur esnasında sağ tarafta padişah hocasının onun alt tarafında o tarihte Rumeli kazaskeri bulunan Ebussuud Efendi’nin ve daha sonra Anadolu kazaskeri ve İstanbul ve Edirne kadılarının oturdukları görülmektedir. Padişah hocalarının arpalık hasları olup ihtiyaçları padişah tarafından temin olunurdu.

OSMANLILARDA NAKİBÜ’L-EŞRAFLIK ŞERİF VE SEYYİDLER

The post OSMANLI DEVLETİNDE PADİŞAH HOCALARI appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/osmanli-devletinde-padisah-hocalari/feed/ 0 2527
OSMANLILARDA NAKİBÜ’L-EŞRAFLIK ŞERİF VE SEYYİDLER https://gencyesevi.com/osmanlilarda-nakibul-esraflik-serif-ve-seyyidler/ https://gencyesevi.com/osmanlilarda-nakibul-esraflik-serif-ve-seyyidler/#respond Thu, 29 Aug 2019 09:21:13 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2508 GençYesevi

ŞERİF VE SEYYİDLER: Hazreti Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem’in evlad ve ahfadı, amcazadesi ve damadı İmam Ali b. Ebi Talib’in zevceleri ve Cenab-ı Peygamberin kerimeleri olan Fatımatü’z-zehra’dan gelmişlerdir. Hazreti Ali radıyallahu anh’ın büyüğü Hasan radıyallahu anh ve küçüğü Hüseyin radıyallahu anh’dan olan sülaleleri zamanımıza kadar gelmişlerdir. Bunlardan Hz. Hasan radıyallahu anh’dan gelen kola şerif …

The post OSMANLILARDA NAKİBÜ’L-EŞRAFLIK ŞERİF VE SEYYİDLER appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

ŞERİF VE SEYYİDLER:

Hazreti Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem’in evlad ve ahfadı, amcazadesi ve damadı İmam Ali b. Ebi Talib’in zevceleri ve Cenab-ı Peygamberin kerimeleri olan Fatımatü’z-zehra’dan gelmişlerdir. Hazreti Ali radıyallahu anh’ın büyüğü Hasan radıyallahu anh ve küçüğü Hüseyin radıyallahu anh’dan olan sülaleleri zamanımıza kadar gelmişlerdir. Bunlardan Hz. Hasan radıyallahu anh’dan gelen kola şerif ve Hz. Hüseyin radıyallahu anh’dan gelen kola da seyyid denilmek suretiyle her iki kol birbirinden tefrik olunur.

osmanlılarda nakibül eşraf

SEYYİD VE ŞERİFLERİN ALAMETLERİ:

Rivayete göre Abbasi halifesi Harun ü’r-Reşid ile oğlu Memun devirlerinde seyyid ve şerifler yeşil sarık sarıp yeşil cübbe giyerlerdi; fakat sonradan bu usul terkedilmiş olduğundan evlad-ı Ali ile halk fark edilmez olmuştu. Mısır’da Türk Memluk sultanlarından Melik Eşref Şaban zamanında 773 hicri (1371 miladi) de şeriflerin başlarına yeşil alamet sarmaları emrolunmuştur. Bu yeşil alamet Osmanlı saltanatı zamanından da şerif ve seyyidlerin alamet-i mahsusası olarak kabul edilmiştir. Osmanlılar sadata emir ve başlarına sardıkları yeşil sarığa da emir sarığı derlerdi.

Sadattan olan kadınlar dahi başlarına yeşil alamet takarlardı; şerif ve seyyidler her zaman yeşil sarıkla gezmeğe mecbur idiler; yalnız bunlardan birisi şeyhulislam olursa o zaman şeyhulislamlara mahusus beyaz sarık sarardı.

osmanlılarda nakibül eşraf

SADAT NİKABET:

Nakib, halkın seçkini,vekili ve bir cemaatin başı demektir. Osmanlı devleti, büyül islam camiyası teşkil etmeğe başladığı andan itibaren memleketlerine seyyid ve şeriflere hürmet ve rivayet göstermişler, onları vergi ve rusumdan muaf tutarak ellerine berat vermişlerdir. Memlik ve İlhani (garp moğollları) devletlerini takliden Osmanlı devleti de memleketlerinde bulunan seyyid ve şeriflerin işleriyle meşgul olmak için ilk zamanlarda sadat nikabeti ismiyle basit bir teşkilat vücude getirmiştir.

Ankara muharebesinden sonra Bursa Molla Fenari ve Mehmed Cezeri ile beraber Timur kuvvetleri tarafında esir edilen Seyyid Mehmet Natta serbest bırakıldıktan sonra hacca gitmiş ve 2. Murad zamanında tekrar Bursa’ya gelerek eski vazifesi olan İshakiye mütevelliliğinde bulunmuştur. Seyyid Mehmet Natta’dan sonra oğlu Seyyid Zeynelabidin de babası gibi seyyid ve şeriflere nazır olmuştur. Zeynelabindin de babası gibi seyyid ve şeriflere nazır olmuştur. Zeynelabidin’in ölümünden sonra Fatih Sultan Mehmet bu makamı lağvetmiş ise de sonraları seyyidlik iddiasında bulunan bazı şahıslar meydan almış oduklarından bu işin yeniden bir nizama bağlanmasına lüzum hasıl olmuştur.

osmanlılarda nakibül eşraf

NAKİBÜ’L EŞRALIK:

Sultan 2. Bayezid zamanında padişahın hocası Seyyid Abdullah’ın oğlu Seyyid Mahmud 900 h ( miladi 1484 )’de şerif ve seyyid teşkilatının başına getirilmiştir. Seyyid Mahmud Arap memleketlerinde seyyid ve şeriflere nezaret eden reise Nakibü’l-eşraf denildiğini görmüş olduğundan hükümete vaki teklif üzerine bu unvan kendisine verilerek” Nakibü’l-eşraf makamı Osmanlı saltanatının ilgasına kadar devam etmiştir. Seyyid Mahmud 941 h (1534 miladi) ”de Nakibü’l Eşraf makamından ayrılarak yerine Taşkentli Seyyid Muharrem Efendi tayin edilmiştir. Nakibü’l Eşrafların ilk zamanlarda devlet hazinesinden yevmiyeleri yirmi beş akçe olup sonra artarak 16yy. sonlarında yetmiş beş akçeye çıkarılmış daha sonraları bu miktar artmıştır.

osmanlılarda nakibül eşraf

NAKİBÜ’L-EŞRAF’IN MAİYYETİ:

İstanbul’daki teşkilatta Nakibü’l-eşrafdan sonra en büyük makam alemdarlık idi. Alemdar, seferler esnasında padişah tarafından bizzat vezir-i azama teslim edilen sancağ-ı şerif’i taşırdı. Padişah sefere gittiği vakit Nakibü’l-eşraf da maiyyetinde bir kısım sadatla beraber sefere giderdi. Yukarıda bilmünasebe söylendiği üzere Naklibü’l-eşrafın vilayet, sancak ve kazalarda seyyid ve şeriflerin defterlerini tutan ve nakibü’l-eşraf kaymakamı denilen vekilleri vardı. Bunlar mıntakalarındaki sahte seyyid ve şerifler hakkında takibatta bulunarak keyfiyeti nakibü’l-eşrafa yazar ve anın da hükümete bildirmesi üzerine bunların başlarından yeşil sarıkları alınır, dinlemeyenler ceza görürlerdi.

osmanlılarda nakibül eşraf

NAKİBÜ’L EŞRAF’A AİT MÜTEFERRİK MALUMAT:

Padişah cüluslarında hükümdara ibtida nakibü’l-eşraf biat edip dua eder; an mütaakıp teşrifat sırasıyla biat yapılırdı. Bayram tebriklerinde de yine nakibü’l-eşraf tebrik ile dua ettikten sonra diğer tebrikler yapılırdı; her iki tebrikde de rütbesi ne olursa olsun Padişah nakibü’l-eşrafa ayağa kalkar ve alkış yapılırdı. Bu tebrik merasiminde Rumeli veya Anadolu kazaskeri ise sırası gelince o zaman da ikinci defa tebrik yapardı. Padişah’la beraber sefere giden nakibü’l-eşraf sancağ-ı şerif dibinde yürüyüp maiyyeti olan seyyid ve şerifler ise tuğ-ı hümayun dışında giderlerdi. Sancağ-ı şerif’in gerek İstanbul’dan çıkışında ve gerek İstanbul’a avdetinde- padişah Edirne’de ise oradan çıkışında ve avdetinde- seyyid ve şerifler tekbir ve salavat getirirdi. Muharebe esnasında sancağ-ı şerif dibinde aynı suretle tekbir ve salavat getirilirdi.

Padişah sefere gitmeyecek olursa nakibü’l-eşraf ordu ile beraber sancağ-ı şerifin gidiş ve gelişindeki merasimde şerif ve seyyidlerle beraber istikbal ederdi. Nakibü’l-eşrafların Padişah nezdinde itibarları büyük olup Sultan Ahmed camiinde mutad üzere okunan mevlid cemiyetine sadr-ı azamın mektubiyle davet olunarak geldikleri vakit yalnız olarak mihrabın sağ tarafında ve mahfil-i hümayunun altında etrafı yeşil perde ile kapatılmış yerde otururlardı. Hırka-i şerif ziyaretine de yine sadr-ı azamın davetiyle giderlerdi. Osmanlı padişahlarının cüluslarında bazı nakibü’l-eşraflar kılıç alayı merasiminde Eyüp türbesinde yeni Padişaha kılıç kuşatmışlardır.

osmanlılarda nakibül eşraf

SİYADET HÜCCETİ:

Evlad-ı peygamberiden olanların ellerinde siyadet beratı denilen ve sülaleye mensup olduğunu gösteren hüccetleri vardı. Sadattan olduğunu iddia eden kimse bu iddiasını seyyidlerden olan şahitlerle ispat ederek nakibü’l-eşraf defterine kayıt olunurdu; elimizdeki iki huccet sureti xvı. asırda nakibü’l-eşraf Seyyid Muhammed Muhterem b. Seyyid Taceddin Ali’nin olup birisinin tarihi 18 Zilhicce 942 (8 haziran 1536) ve ikincisinin 9 safer 943 ( 28 temmuz 1536)’dür; isim,tarih ve şahitlerin isimlerinden başka birbirinin aynı olan beratlardan birisinin sureti aynen şöyledir:

osmanlılarda nakibül eşraf

SULTAN ABDÜLAZİZ HAN İNTİHAR MI, KATL Mİ?

 

 

The post OSMANLILARDA NAKİBÜ’L-EŞRAFLIK ŞERİF VE SEYYİDLER appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/osmanlilarda-nakibul-esraflik-serif-ve-seyyidler/feed/ 0 2508
2. Abdülhamid Hanın Dünya Tarihine Kazandırdığı 3 Önemli Eser https://gencyesevi.com/2-abdulhamid-hanin-dunya-tarihine-kazandirdigi-3-onemli-eser/ https://gencyesevi.com/2-abdulhamid-hanin-dunya-tarihine-kazandirdigi-3-onemli-eser/#respond Thu, 11 Jul 2019 07:54:01 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2267 GençYesevi

The post 2. Abdülhamid Hanın Dünya Tarihine Kazandırdığı 3 Önemli Eser appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

DARÜLACEZE

Kuruluş Amacı

Osmanlı-Rus(93 harbi) savaşı sonrası , Rumeli’den gelen yoğun mülteci akını ve yoksulluğun arttığı bir dönemde sokaklarda dilenmekte olan kimsesiz çocukları, sakat erkek ve kadınları hem dilenme zilletinden kurtarmak, hem de eğitim ve bakımlarını sağlamak üzere bir yer ayrılmasını, bu hususta alınacak tedbirlerin ve yapılacak projelerin Dârülaceze’nin gerçek bânisi Sultan II. Abdülhamid, 8 Şâban 1307 (30 Mart 1890) tarihli bir irade ile en kısa zamanda kendisine bildirilmesini istedi.
22 Şâban 1307 (13 Nisan 1890) tarihli bir resmî tebliğ yayımlanarak padişahın iradesiyle bir Dârülacezenin kurulacağı ilân edildi. Buraya alınacak kişilerde din ve milliyet farkı gözetilmeyecekti. Kimsesiz ve sakat oldukları halde Dârülacezeye başvurmayıp dilenmekte ısrar edenler ise hapis cezası ile cezalandırılacaktı. Ülkenin diğer büyük şehirlerinde de acezehâneler kurulacak ve Dârülaceze Nizamnâmesi oralarda da uygulanacaktı. Ayrıca Dârülacezenin yerini belirleyip inşaatını yapmak üzere patrikhâne ve hahamhâne temsilcilerinin de katılmasıyla bir komite oluşturulacaktı.

Kurulacağı yer, planların yapılması, inşaat masrafları:

1890-1892 yılları Dârülacezenin kurulacağı yer, planlarının yapılması ve inşaat masraflarının teminiyle geçti. İnşaat için kararlaştırılan Yenibahçe çayırını beğenmeyen II. Abdülhamidhan sakin ve havadar küçük küçük şelalelerin çağladığı, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü yeşil bir yer bulunmasını istedi. Bunun üzerine Kâğıthane sırtlarındaki bugünkü yer tespit edilerek kamulaştırıldı. Binaların planı seraskerlik inşaat dairesine sipariş edildi. 1895 de halkın yardımı ve 7000 altın II. Abdülhamid hanın verdiği hediyelik eşya ve 10 bin altın nakti para 70 bin altınlık bağışlarla şehir dışına 9 bölümlük düşkünler evi 1895 tarihinde bitti.

Darülaceze Açılış:

Böylelikle temin edilen inşaat parası ile 6 Ekim 1892 tarihinde 21 koyun kesilerek Darülaceze’nin temeli atılmış ve Sultan Abdülhamid Han’ın cülusunun sene-i devriyesi olan 19 Ağustos 1895 tarihinde binaların inşaatı tamamlanarak fotoğraflardan oluşan iki albümle birlikte anahtarları Sultan Abdülhamid Han’a teslim edilmiştir. Darülaceze’nin resmî açılışı 31 Ocak 1896 tarihinde bu güzel kurum hizmete açıldı. Dünya tarihinde gelmiş geçmiş tüm insanlık tarihinde düşküne, evsize, savaş mağduruna göçmenlere yerlik yurtluk yapsın diye açılan ilk kurumdur.

Dünya da Öncü Bir Kurum

Dünya standartlarının üstünde bir kurum olan darülaceze 540 kişilik kapasite ile hizmet vermektedir. Dünya da bu gibi kurumlarda 20 hastaya bir personel düşerken 540 kişilik kapasiteye sahip olan darülacezede hasta başına bir bakıcı düşmektedir. Benzer kurumlarda gene 3 öğün yemek verilirken bu kurumda 4 saatte bir olmak üzere 6 öğün yemek verilmektedir. Günüzmüzde Dünyada eşsiz olmasının sebeplerinden biri de Avrupa bu hizmeti alabilmek için 3000 avro ABD 5000 doları gözden çıkarmanız gerekirken darülaceze kurulduğu günden bu yana tek bir kuşur (sıfır lira) almamaktadır.

Müştemilatı:

Bu müessese 1895 yılında açıldığında bir idare binası, ikisi erkeklere, ikisi kadınlara ait olmak üzere dört aceze pavyonu (bir kurumun bir bahçe içinde ayrı ayrı yerlerde bulunan yapılarından her biri) , 200 yataklı bir hastahane, bir yetimhane, çamaşırhane ile hamam gibi hizmet binaları ve el sanatları ile ilgili imalâthaneler, fırın, cami ve Hristiyanlar için bir kilise Yahudiler için de midraş ( sinagog ) yapılmıştır. Daha sonra Dârülaceze’de bir de okul açılmıştı. Başlangıçta otuz yedi erkek ve yirmi sekiz kız çocuğu okumak istediğini bildirdi; aynı zamanda yedi erkek çocuk da Kur’an hıfzına başlatıldı. Okumak istemeyen çocuklar, Dârülaceze içinde açılan imalâthanelerde çalışarak bir sanat öğrenmeye mecbur tutuluyordu; bunlar günde altı saat çalışıyorlardı.
Okula yazılan çocuklar ise günde iki saat ders görüyor, dört saat de imalâthanelerden birinde sanat öğreniyorlardı. Okulu bitirenler, dört yıl daha aynı sanat dalına devam ederek sanattan da diploma almak zorundaydılar. Kurumun bugün güncel yatak kapasitesi çocuklar için 50, erişkinler için 504 olmak üzere toplam 554’tir. Bugüne kadar 29.000’i çocuk olmak üzere toplam 72.000 kişiyi ağırlamış ve her gün yeni sakinlere hizmet vermeye devam etmektedir.

 

Çocuk Hastanesi Hamidiye Etfal Hastanesi

İlk çocuk hastanemiz olan Hamidiye Etfal, Abdülhamid Han tarafından sekiz aylık vefat eden kızı Hatice Sultan için yaptırmıştır. Kuşpalazı nedeniyle ölen Hatice Sultan’ın ardından Abdülhamid derin bir üzüntü yaşamış sadrından şu sözler çıkmıştır: ‘’ Benim çocuğum kurtulmadı. kim bilir fakir fukaranın çocukları nasıl bakılıyor. Hiç olmazsa bir hastane yaptıralım da benim gibi babaların kalbi yanmasın.

Yapım Aşaması ve Mimari Özellikleri:

Hastanenin tüm masrafları padişah Abdülhamid Hanın kendi kesesinden karşılanacaktır. Hastanenin arazisi çevre özellikleri ve iklimin uygunluğu sebebiyle çiftlik-i hümayun( sarayın çiftliği) olan Şişli Balmumcu bölgesi seçilir. Hastanenin planları ‘’ Kaiserin Friedrich Kinderkrankenhaus’’ ( imparator Friedrich’in çocuk hastanesi) esas alınarak Dr. İbrahim bey’in önerisi üzerine 2 haziran 1988 yılında yapımına başlanır.
Pavyon ( bir kurumun bir bahçe içinde ayrı ayrı yerlerde bulunan yapılar) sisteminde inşa edilen hastanede merkez bina, mutfak, çamaşırhane, muayenehane dairesi kimya bakteri laboratuvarı, kalorifer, 5 pavyon ve etüv (yüksek ısıyla mikroplardan arındırmakta kullanılan kapalı aygıt) toplamda 10 binadan oluşmaktadır.

Zamanla ihtiyaca göre binalara eklenti yapılmıştır. Hatta fotoğraf atölyesi açılarak hastanede tedavi gören hastaların ameliyat öncesi sonrası çekilerek durumlarını gösteren fotoğraflar çekilir. Bu hastane albümleri Fransa da düzenlenen Tourcoin Sergisinde ekim 1906 da birinci olur.

Akıllara Kazınan Açılış Töreni:

5 haziran 1899 pazartesi günü 2. Abdülhamit Hanın oğlu şehzade Abdürrahim efendinin sünnet düğününe denk getirilerek Hamidiye Etfal Hastane-i Alisi 671 çocuğun sünnet düğünüyle hasta kabulüne başlar. Sünnet kıyafetleri hastane tarafından verilir. Sultan, hayırseveler insanlar tarafından çocuklara hediyeler verilir. Hatta sünnet edilen çocuklar bir gece hastanede kalır geceyi perde oyunları, hokkabazlar tarafından eğlendirildi.

Uluslararası Bir Hastane:

Hastanede görev yapan tabiplerin çoğu viyana Almanya, Paris de tıp eğitimi almış içlerinde Gülhaneden yetişen tabiplerde mevcuttu. Tıp alınındaki Dünya gündemini takip eden bir hastane modeline sahipti. Teşhis için ilk röntgen cihazlarından biri hastaneye alınır. Kızıl,kuşpalazı serumların’dan çiçek aşısına kadar laboratuvarlar kurulur. Hastanenin müştemilatı yeni tıbbi cihazlara sahip olması, mahir tabip kadrosuna sahip olması hem bilimsel çalışmaların yapılmasına hem de 1904 de 2. Abdülhamid emriyle Hamidiye Etfal hastanesi uzman hekim yetiştirmeye başlamıştır.

 

Yıldız Sağırlar Okulu:

Aslında Osmanlıda 1889 da ticaret mektebi müdürü Grati Efendi’nin girişimiyle Cağaloğlundaki dilsizler mektebiydi. Özel bir ders programı hazırladı. İlk sene 30 sağır ve dilsiz öğrenci aldı. Programda Türkçe, Fransızca, coğrafya, cebir, geometri, resim, hat ayrıca sağır ve dilsizlere mahsus işaretlerle konuşma öğretilecekti. 1889 öğrenci sayısı 45 e yükseldi. Öğrenciler askeri üniformaya andıran elbiseler giydiriliyor. Törenlerde dilsiz alfabesiyle ‘’Padişahım çok yaşa’’ diyorlardı.
Osmanlı devletinde resmi devlet eliyle işitme engelliler için okul girişimi, II. Abdülhamid han tarafından yıldız sağırlar okulu başladı. 2. Abdülhamid Hanın döneminde dilsiz mektebi binası için kampanya başlattı. Hatta memurların maaşlarından yüzde 1’lik kesinti yapmış kendisi de bin altın bağışlayarak kendisi de kampanya ya katılmıştır. 1889 yılından sonra yıldız sağırlar okulu açılmıştır.

Günümüz Türk işaret dilinin alt yapısını oluşturmuştur. İşaretleri bilinen ilk elifbanın bu dönemde oluşturulduğu biliniyor. Buradaki öğrenciler II. Abdülhamid hanın talimatıyla vapur ve tramvaydan ücretsiz yararlanıyorlardı. Buna ilave olarak 1891 yılında görme engelliler için Âmalar Okulu açıldı. Okulda müzik eğitiminin ağırlıklı olduğu bir müfredat oluşturuldu. Çalgıcı veya hafız olarak öğrenciler yetiştirildi.

Bir Atasözü:

Burada eğitim gören sağır ve âma öğrenciler göremedikleri, duyamadıkları okula gidip gelirken sıkıntı yaşıyorlardı. At ve araba sürücülerinin öğrencileri fark edebilmesi için kırmızı renkte bir üniforma giyilmesine karar verildi. Daha sonra öğrencilerin ve idarecilerin bu kurala uymadıkları anlaşıldı.okula gelen öğrencileri biri sağır biri âma olmak üzere ikili okula gidip gelmeye başladılar. Bunun üzerine körler sağırlar birbirini ağırlar sözü buradan çıktığı rivayet edilir. İlk önce âmâlar bölümüne ilgi azadı 1897 kapandı daha sonra da 1911 yılında dilsizler mektebi kapandı.

 

GENÇLERİN OKUMASI GEREKEN KİTAPLAR

The post 2. Abdülhamid Hanın Dünya Tarihine Kazandırdığı 3 Önemli Eser appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/2-abdulhamid-hanin-dunya-tarihine-kazandirdigi-3-onemli-eser/feed/ 0 2267
Tarihin Akışını Değiştiren Keşif Urfa Göbeklitepe https://gencyesevi.com/tarihin-akisini-degistiren-kesif-urfa-gobeklitepe/ https://gencyesevi.com/tarihin-akisini-degistiren-kesif-urfa-gobeklitepe/#respond Tue, 25 Jun 2019 11:37:47 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2190 GençYesevi

1- Göbekli Tepe denince ritüel bir alandan mı, bir yerleşimden mi yoksa her ikisinden de mi bahsediyoruz? Neolitik avcı-toplayıcıların günlük hayatı ve dünya görüşü üzerine elimizde hiçbir yazılı kaynak yok. Bütün yorumlarımızı bize bıraktıkları materyal kültür öğeleri üzerinde yapmak durumundayız. Yaklaşık 20 yıldır süregelen kazı ve araştırmalar sayesinde, Göbekli Tepe hakkındaki algımız buranın bir çeşit …

The post Tarihin Akışını Değiştiren Keşif Urfa Göbeklitepe appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

1- Göbekli Tepe denince ritüel bir alandan mı, bir yerleşimden mi yoksa her ikisinden de mi bahsediyoruz?

Neolitik avcı-toplayıcıların günlük hayatı ve dünya görüşü üzerine elimizde hiçbir yazılı kaynak yok. Bütün yorumlarımızı bize bıraktıkları materyal kültür öğeleri üzerinde yapmak durumundayız.

Yaklaşık 20 yıldır süregelen kazı ve araştırmalar sayesinde, Göbekli Tepe hakkındaki algımız buranın bir çeşit buluşma noktası olduğu yönünde. Çevrede dolaşan çeşitli avcı gruplar için bir çeşit toplanma merkezi. Bölgede bulunan taş alet, plak ve benzeri aletlerin dekoratif unsurlarındaki benzerliklere dayanarak yaklaşık 200 km çapında bir toplama/avlanma havzasından bahsedebiliriz. Burası bölgede düzenli bir buluşma ve takas alanı olmalıydı.

Göbekli Tepe’nin anıtsal ve dairesel biçimde çevrelenmiş daha erken PPNA tabakası, T biçimli büyük dikilitaşları ile belirgin şekilde farklı bir yapı oluşturuyor. Böyle yapılar önceden bilinen yerleşimlerden de biliniyor ve genelde ‘kamusal’ yapılar olarak adlandırılıyorlar.

 

2- Göbeklitepe neden önemli?

Göbeklitepe önemlidir çünkü döneminin inanç dünyasını, düşünsel zenginliğini, ve toplumsal düzeni anlamamızı sağlayan şaşırtıcı çeşitlilik ve zenginlikte bulgu ve buluntu vermiştir. Bu bağlamda ilk sormamız gereken soru, neden Göbeklitepe iyi korunmuş da diğerleri korunmamış olmalıdır.

Göbekli Tepe dikilitaşları ve dairesel yapıları gibi anıtsal bir mimari oluşturmak için işin örgütlenmesi ve yürütülmesi ve farklı gruplar arasında işbirliği gerektiği kadar belirli derecede iş bölümü de sağlanmalı. Hala son derece gezici olan insanların böyle büyük ölçekli kamusal projelere yatırım yapması ve en sonunda geniş yerleşik gruplar, tarım ve hayvancılık ile tanımlanan ve Neolitik hayat tarzı denilen bir dizi değişikliği tetiklemiş olabileceği Anadolu Neolitiğini anlamamız açısında çok önemli bir katkıdır.

 3- O dönemde yaşamış insanlar neden Göbekli gibi anıtsal bir mimariye ihtiyaç duymuş olabilir?

Etnografik çalışmalara göre bunun gibi kamusal projeler ve şenlikler grupsal bağlılığı güçlendirmek için önemli bir etken. Özellikle küçük avcı toplayıcı gruplar, temel olarak, bilgi ve ürün değiş tokuşu yapmak ve gen havuzunu tazelemek için evlilik bağları kurmak amacıyla bu tarz düzenli buluşmalara güvenir. Bu açıdan Göbekli Tepe’nin coğrafi konumu tesadüf değildir. Göbekli bir dağ silsilesinin en yüksek noktasında kolayca görülebilecek bir yere kurulmuştur. Böylece Göbekli’nin dairesel yapılarını bu buluşmaları belirten izler, zengin betimli dikilitaşları ise bu grupları temsilen anılarını saklayan buluntular olarak yorumlamak mümkün.Dairesel yapılar içindeki düzenli tamir ve yeniden düzenlemeler buradaki inşaat faaliyetlerinin düzenli olarak devam ettiği izlenimini veriyor. Bu da muhtemelen Göbekli’de insanları bir araya getiren önemli bir etkendi.

4- Göbekli Tepe’yi inşa etmek için gerekli insan gücü hakkında bilgimiz var mı?

Göbekli Tepe’nin etrafındaki kayalık araziler, bize, tarih öncesi taş ustalarının nasıl çalıştığına dair bir fikir veriyor. Taş parçaların çıkarıldığı negatif izlerin yanında, çok sayıda çakmak taşı anakayadan taş aletler, bir adet kırılmış T-biçimli dikilitaş ve başka yarım bırakılmış işler bize açıkça nerede ve nasıl çalıştıklarını gösteriyor.Örneğin, Paskalya Adası’ndaki Rapa Nui’nin moai heykellerinden birini 15 km’den daha uzağa taşımak için 20-75 kişi arasında insan gücü gerektiği hesaplanmıştır. Oysa ki Endonezya’daki Nias’da 4 metreküp hacmindeki bir anıtsal taşın 3 km uzaktaki son güzergâhına taşınması için 525 kişinin çalışması gerektiği kaydedilmiştir.Bununla birlikte, tam olarak gerekli insan gücünü hesaplamak çok fazla sayıda değişkeni değerlendirmemiz gerektiği için zorlu bir görev olacaktır.

5- Göbekli’de üretim aktivitelerine dair herhangi bir kanıt var mı? Tarım ya da hayvancılık?

Şu ana kadar Göbekli Tepe’de tipik evsel (domestik) faaliyetlere dair, ya da tarih öncesi tarım ve hayvancılığa dair hiçbir iz bulunmadı. Şu ana kadar keşfedilen tüm bitki ve hayvan kalıntıları yabani türlere ait. Fakat ortaya çıkarılan birçok çakmaktaşı alet, burada büyük ölçekli bir taş alet yapımı faaliyeti olduğuna işaret ediyor.

6- Dikilitaşlar üzerindeki betimlemeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bize ne anlatıyor olabilirler?

Bahsedilmesi gereken bir nokta ise, Göbekli Tepe’de mitolojik melez hayvanlar ve canavarlar olarak tanımlayabileceğimiz canlıların eksikliğidir. Göbekli Tepe’de betimlenen hayvanların hepsi bu sit alanı çevresinde doğal olarak bulunan hayvanlar – yani Avrasya yabani faunasına ait hayvan türleridir. T biçimli taşları süsleyen birçok vahşi ve tehlikeli görünüşlü hayvan bir çeşit koruyucu işleve sahip olabilir. Bunlar belki de modern (ya da yakın zamanlı) avcı toplayıcıların kültürlerindeki totem hayvanlarıyla karşılaştırılabilir. Ya da bu hayvanlar Göbekli Tepe’deki dairesel yapıların muhafızları, koruyucuları görevi görmüş de olabilirler.

7-Göbeklitepe’nin binlerce yıl boyunca bu kadar iyi korunmasının nedeni nedir?

Göbekli Tepe’nin bugün gördüğümüz hali, tahminen çok daha uzun olan bir kullanım hayatının son evresi. Göbekli’de temsil edilen en son aktivite aşaması olan bu içini geri doldurma (yani gömme) işleminin arkeolojik kanıtlarını da görüyoruz. Dairesel yapıların içini dolduran, ve kireçtaşı döküntüsü, heykel ve taş alet parçaları ile önemli miktarda hayvan kemiğinden oluşan toprak tabakasının oldukça homojen bir yapıya sahip olması, kasıtlı olarak içinin doldurulduğu düşüncesini destekliyor.Fakat içleri doldurulup gömüldükten sonra bile bu yapılara dair bilgiler burada o dönemde yaşayan insanlar tarafından biliniyor olmalı, çünkü daha sonraki mimari ögeler (örneğin üstüne yapılan bir teras duvarı) açıkça, daha önceki yapıların alanlarına ithafta bulunur.

8- Göbeklitepe ataerkil toplum yapısı hakkında bir şey anlatıyor mu?

Ataerkil olup olmadıkları hakkında hiçbir bilgimiz yok. Kesin olan şey, kutsal alanlarda, kült yapılarındaki insan erkektir ve çok belirgin bir “fallus” sembolizmi var.

Buna karşılık sıradan hakın oturduğu kesimlerde, evlerde dişi figür yaygın, çok basit olarak yapılmışlar, ana tanrıça öncüsü gibi hamileler. Bu yönetim erkinin olduğu kesim ile toplum arasında inanç simgelerinde de bir farklılık olduğunu gösteriyor.

9- Göbeklitepe’de tamamlanan koruma çalışmaları yeterli mi? Yapılan çatı sistemi, burayı uzun yıllar boyunca dış etkenlerden koruyabilecek mi?

Kesinlikle hayır. Önce çatı örtüsü dışında, kazılmış çok geniş bir alan var, bunlar hızla aşınıyor, kabartmalar silinmeye başladı. Çatılar da dairesel tasarım olduğu için ekleyerek genişletilemiyor. Oysa eski çatı, Hauptmann Bey’in yaptığı çatı, tamam güzel değildi ancak dörtgendi, kazı ile birlikte eklenerek genişleyebiliyordu.

Göbeklitepe’de sorun yağış değil, rüzgarla gelen kum bombardımanı. Şimdiki çatılar yüksek, kumu ve rüzgarı engellemez.

Mutlaka tepenin genelinde çok ciddi bir koruma stratejisi geliştirilmeli, eğer bu yapılamıyor ise, ki şu anda yok, orijinal kabartmalar müzeye alınıp yerlerine kopyaları konmalı.

Not: Jens Notroff ve Prof. Dr. Mehmet Özdoğanın arkeofiline verdiğini röportajdan derlenip hazırlanmıştır.

The post Tarihin Akışını Değiştiren Keşif Urfa Göbeklitepe appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/tarihin-akisini-degistiren-kesif-urfa-gobeklitepe/feed/ 0 2190
10 SORUDA DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ DENKLEMİ https://gencyesevi.com/10-soruda-dogu-akdenizde-enerji-denklemi/ https://gencyesevi.com/10-soruda-dogu-akdenizde-enerji-denklemi/#respond Sat, 22 Jun 2019 09:53:19 +0000 http://gencyesevi.com/?p=2175 GençYesevi

The post 10 SORUDA DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ DENKLEMİ appeared first on Genç Yesevi.

]]>
GençYesevi

 

1- Akdeniz’de hangi ülkeler aktif politika yürütüyor ve bölgenin enerji kaynaklarından faylanmak istiyor?

Coğrafi açıdan da bölgeye sınırı olan Türkiye, İsrail, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, Lübnan, Suriye ve Libya Doğu Akdeniz’de aktif politika yürütüyor.

Öte yandan, bölgeye sınırı olmamasına rağmen ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkeler de Akdeniz’deki enerji denkleminde ağırlığını korumak istiyor.

2- Bölgedeki doğal gaz ve petrol rezervinin tahmini büyüklüğü toplam ne kadar?

ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre, Doğu Akdeniz’in Levant adı verilen ve Suriye kıyılarını da içinde barındıran bölgesinde yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğal gaz ve 1,7 milyar varil civarında petrol rezervi bulunuyor.

3- Doğu Akdeniz’de hangi enerji şirketleri faaliyet gösteriyor?

Doğu Akdeniz’de faaliyet gösteren başlıca şirketler arasında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), ABD’li Exxon Mobil ve Noble, Fransız Total, İtalyan Eni, Güney Koreli Kogas, Katar Petroleum, İngiliz BG ile İsrailli Delek ve Avner firmaları yer alıyor.

4- Doğal gaz ve petrol arama faaliyetlerinin gerçekleştirildiği bölge kaç parselden oluşuyor?

Bölge, GKRY tarafından tek taraflı olarak ilan edilen sözde 13 parselden oluşuyor.

Kuzeyde sırasıyla 1. 2. ve 3. parsel, ortada 4. 5. 6. 7. 8. 9. ve 13. parsel ve güneyde ise 10. 11. ve 12. parsel yer alıyor.

5- Doğu Akdeniz’de hangi parsellerde münhasır ekonomik bölge sorunu yaşanıyor?

Türkiye ve KKTC’nin hak iddia ettiği bölgede yalnızca sözde 10. ve 11. persellerde çakışma bulunmuyor, diğer parsellerin hepsinde münhasır ekonomik bölge tartışmaları devam ediyor.

6- Söz konusu 13 parselde hangi şirketler faaliyet yürütüyor?

Bölgede sözde 2. 3. ve 9. parsellerde İtalyan Eni ve Güney Koreli Kogas şirketlerinin müşterek lisansı bulunuyor. Ortaklığın payları ise yüzde 80 Eni, yüzde 20 Kogas olarak dağılım gösteriyor.

Fransız Total ve İtalyan Eni 6. ve 11. parsellerde eşit pay sahibiyken, 8. parselde Eni tek başına ruhsat sahibi konumunda yer alıyor.

12. parsel ise yüzde 35 ABD’li Noble, yüzde 35 İngiliz BG ve yüzde 30 da İsrailli Delek Drilling Group şirketlerinin hisselerinden oluşuyor.

10. parselde ABD’li Exxon Mobil ve Katar Petroleum ortaklığı sözde ruhsatları elinde bulunduruyor. Geriye kalan sözde 1’inci, 4’üncü, 5’inci, 7’inci ve 13’üncü parseller için görüşmeler devam ediyor.

7- Türkiye, Doğu Akdeniz’de nasıl bir politika izliyor?

Türkiye Kıbrıs’ta, Türklerin Rumlarla eşit haklara sahip olduğunu ve adanın zenginliklerinden ortak faydalanılması gerektiğini savunuyor.

Türkiye her fırsatta bölgede faaliyet yürüten enerji şirketleri ile ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelere GKRY’nin tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeyi tanımadığını ve Türkiye’nin deniz yetki alanlarıyla çakışan bölgelerde arama ve üretim çalışmalarına izin vermeyeceğini belirtiyor.

Ayrıca Türkiye, GKRY’nin adanın tamamını temsil eden bir devlet olmadığı için münhasır ekonomik bölge oluşturma ve ihale etme hakkı da bulunmadığını muhataplarına iletiyor.

Öte yandan, adanın çakışma olmayan kuzey, doğu ve güney kısımlarında Rum tarafının fiili durum yaratma olasılığına karşı, KKTC tarafından TPAO’ya ruhsat sahaları verildi. Böylece GKRY’nin adanın tamamını temsil etmemesine rağmen bloklar oluşturarak münhasır ekonomik bölge ilan etmesine karşılık verilmiş oldu.

The post 10 SORUDA DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ DENKLEMİ appeared first on Genç Yesevi.

]]>
https://gencyesevi.com/10-soruda-dogu-akdenizde-enerji-denklemi/feed/ 0 2175